Makale
Devlet ve Adalet’in Değişen Doğasının Değişmez Olanla İrtibatı Üzerine
Ä°nsan kendi başına, dışsal hiçbir destek olmaksızın adaletin tam anlamıyla gerçekleÅŸeceÄŸi devlet kurabilir mi? Yazımıza bu soruyla giriÅŸ yapmakla birlikte evet veya hayır cevabını vermeksizin, soru(n)un unsurlarının arkeolojisini yapmaya baÅŸlayalım. Bu ve benzeri soruya çoÄŸu filozofun cevap aramaya çalıştığını bilmekteyiz. Yazımızda üzerinde duracağımız baÅŸta Platon olmak üzere birçok filozof bu tip soruları eserlerinde tartışmışlardır. Bu soru güncelliÄŸini kaybetmeksizin günümüze kadar ulaÅŸmış bulunmakta ve yaÅŸayan filozofları da halen meÅŸgul eder gözükmektedir. Neden? Bir sorunun doÄŸru cevabı bulunmuÅŸsa, o soru tekrar neden sorulsun ki? Bu durumda iki ihtimal söz konusudur; verilen cevaplar ya doÄŸrudur ya yanlış. DoÄŸru olmasına ihtimal veremeyiz. Zira mevzu bahis soru her dönemde yeniden sorunsallaÅŸmış ve demek ki son söz söylenmemiÅŸ. Verilen cevapların yanlış olması ihtimaliyse daha makul gözükmektedir. Filozoflar da böyle düşünmüş olmalı ki, soruyu yeniden cevaplamaya çalışmışlardır. Biz de aynı ÅŸekilde felsefe tarihinde bu soruya verilmiÅŸ cevapları yanlış diye bir kenara bırakıp, kendi cevabımızı vermeye çalışır ve her filozofun yaptığı gibi kendi devlet ve adalet teorimizi geliÅŸtirebiliriz. Fakat bu durumda aslında biz de soruyu cevaplamamış felsefe tarihine malzeme olmuÅŸ, evet veya hayırcı silsileye bir halka olmaktan öteye geçememiÅŸ oluruz. Yapmamız gereken; bu soruyu oluÅŸturan unsurların arkeolojisini yapmak ve “neden böyle bir soru üzerinde düşünülmeye deÄŸer olmuÅŸ” sorusunun cevabını aramaktan ibarettir. Soruyu Türkçe vazettiÄŸimiz için, önermeyi oluÅŸturan (Türkçe) unsurların arkeolojisini yapmaya teÅŸebbüs edeceÄŸiz. Akabinde devletin nasıl ortaya çıktığına ve dolayısıyla adaletin bu baÄŸlamda nasıl tesis edilebileceÄŸine dair kendi tezlerimizi dile getireceÄŸiz.
0.
Yazımızın somut hareket noktaları felsefi metinler, mitler ve vahiydir. Vahiy derken Kur’an ayetlerini, mitler derken Eski Yunan destanlarını, felsefi metinler derken ise özellikle Platon’un, Machiavelli’nin ve modern dönem filozoflarının yazılarını kastetmekteyiz. Vahiy’in günümüz felsefe akademisinde bilgi kaynağı olarak ele alınmadığının farkındayız. Fakat vahiy’in bilgi ve varlık kaynağı olması olgusunun felsefi bir mesele olduÄŸunu düşünmekteyiz. Vahyi bilgi ve varlık kaynağı olarak kabul eden azımsanmayacak sayıda insan olduÄŸunu göz önünde bulundurduÄŸumuz zaman, insan hayatıyla doÄŸrudan irtibatlı olan böyle bir konuda vahyi görmezden gelmemiz, ona inananlar açısından deÄŸil, ÅŸu anda bu araÅŸtırmayı yapanlar olarak bizler açısından düşünsel anlamda bir eksiklik olacağı kanaatindeyiz. Dolayısıyla her ne kadar vahyi bilgi kaynağı olarak ele alamazsak da bu nokta üzerinden felsefenin konusu haline getirilebileceÄŸini söyleyebilir ve konunun irdelenmesi sürecinde mitlere baÅŸvurulduÄŸu gibi ona da baÅŸvurabiliriz. Hakikate ulaÅŸmak istiyorsak –hakikat diye bir ÅŸey varsa tabii- insan tecrübesini var kılan, insan tecrübesinde ortaya çıkan her türlü unsuru dikkate almak zorundayız.
Yazımızın ilk adımının mevzu bahis soruyu unsurlarına ayırmak ve unsurların (sorunun) arkeolojisini yapmak olduğunu belirttik. Soruda geçen unsurlara bakacak olursak, önümüze şu kavramlar/sözler çıkmaktadır: İnsan, kendi başına insan, dışsal olan, adalet ve devlet, devlet kurmak. Sorunun unsurlarına ayırmak bize ne veriyor? Bir insanın, bir de kendi başına insanın var olduğunu ifade etmiş oluyoruz. Kendi başına olan insandan bahsedebiliyorsak kendi başına olmayan insandan da bahsetmemiz gerekir. Burada sözünü ettiğimiz birinci (insan) ve ikinci (kendi başına var/var olmayan insan) kategorilerini ontolojik entite olarak kabul edip etmemiz şu an için pek ehemmiyet arz etmiyor. Yazımızın ilerleyen kısımlarında bu üç kategoriyi ontolojik entite olarak ele almış olacaksak da, burada bu üç kategorinin mevcudiyetine tamamen düşünsel açıdan yaklaşıyoruz.
1.
Ä°nsan: Her hangi bir ÅŸeyin, ÅŸey olabilmesi doÄŸrudan insanla iliÅŸkisi düzeyince belirlenir. Yani, insanın ilgi ve alakası dairesine dâhil olduÄŸu müddetçe bir ÅŸeylerden bahsedebiliyoruz.Belki de bu durumun, insanın bir ÅŸeyleri adlandırma kabiliyetiyle baÄŸlantısı vardır. Ä°nsan bir ÅŸeyleri adlandırdığı zaman onu nesnesi kılmaktadır ve nesnenin Latincede karşılığı objectum’tur. Objectum’un bir ÅŸeyin dışarı fırlatılması anlamına geldiÄŸini göz önünde bulundurmamız gerekir. Ä°nsanın bir ÅŸeye/ÅŸeylere ad verdiÄŸi zaman onu nesnesi kılarak önüne atmakta/fırlatmaktadır. Nesnesini bu anlamda kuran olarak insan, bu fiil icrasında veya sonrasında kendisinin bilincine varmakta mıdır? BaÅŸka bir ifadeyle objectum fiilini icra eden insan, subject olduÄŸunu idrak ediyor mu? Bu sorunun cevabı verilebilirse insan doÄŸasından bahsetmenin anlamlı veya anlamsız olduÄŸu açıklık kazanmış olur. “Kendi nesnesini kuran olarak insan, nesnesini kurduÄŸunun bilincine varıyor mu?” sorusu irdelenmeksizin insanın kendi bilincini idrak etmesi yani özne olduÄŸunu fark etmesi üzerinde durulması sonu gelmez faaliyete giriÅŸmek anlamına geliyor. Ä°nsan ona verilen veya içkin olan melekeleri sayesinde nesnesini kurabilir ve bunun farkında olmayabilir. Ä°ÅŸte mitlerde özellikle de konumuz açısından üzerinde duracağımız Eski Yunan mitlerinde olan durum tam da buydu. Kanaatimizce Platon’un ÅŸiir eleÅŸtirisinin gözüken tarafı mimesis’le, gözükmeyen ve asli tarafıysa özne meselesiyle baÄŸlantılıdır. Bu meseleye ilerleyen kısımlarda deÄŸineceÄŸiz.
Devamı var…
Henüz yorum yapılmamış.